Saturday, June 23, 2007

kuresel ısınma

İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi.Bilimadamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilimadamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde farkedilebilir etkileri olduğu görüşünde.
Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var.

Thursday, April 12, 2007

Türkiye budur

TGRT haber televizyonu ekonomi editörü, büyüme rakamlarının halka yansımadığı iddialarına karşı, HERKES’in altında yabancı otomobil olduğunu ve evlerde çifter çifter TV, bulaşık makinesi, buzdolabı vb. olduğunu iddia ediyor.
ATV televizyon haberlerine göre, bütün öğrenciler ve halk sömestri tatilinde ve hafta sonlarında kayak merkezlerine hücum ederek turizm tesislerini doldurmuş bulunuyor.
Geçmişte New York Ziraat Bankası’nda adına 50 bin dolarlık hesap açılan Devlet Bakanı Nafiz Kurt’un ifadesiyle “Ne olacak yani, bu para kapıcı da bile var.”
NTV yorumcusu ekonomistlere göre lüks içindeki hayatımız biraz durultmamız ve tasarruf etmemiz gerekiyor.
Sermaye sözcülerinin söylemindeki hepimiz, bütün, herkes sözcüklerine dikkat çekmek istiyorum.
Sanki ülkemizde milyonlarca insan açlık sınırının altında bir ücretle çalışmak zorunda değil. Ülkemizde milyonlarca emekçi, işsiz evine ekmek götüremeyecek durumda değil. 2.5 milyon kamu emekçisinin neredeyse yüzde 70’i yoksulluk sınırının altında ücret almıyor.
Sayıları üç yüz-beş yüz binle sınırlı insanı esas alarak lüks otomobil sahipliğini, plazma TV sahipliğini hepimize, herkese çevirerek ekonomik büyümenin halka yansıtıldığını iddia ediyorlar.
Milyonlarca emekçi kredi kartlarıyla borç harç yaşamlarını sürdürürken halkla alay eder söylemlerde bulunuyorlar.
Kapanan işyerleri, ödenmeyen çek, protesto edilen senetlerdeki olağanüstü artışlar gözden kaçırılırken, döviz kurlarına, ithalat vergisine bağlı büyüme rakamları, öne çıkarılıyor.
Milyonlarca emekçi açlık-yoksulluk sınırının altında gelirle, sadaka düzeyindeki asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışırken yüzbinlerce üniversite mezunu genç asgari ücretle dahi iş bulamazken ekonomik büyümenin halka yansıdığı ve yaşadığımız lüks hayattan tasarruf etmemiz söylemi, göz boyamaktan, emekçilerle alay etmekten başka bir şey değildir.
Gerçekte kimlerin büyüdüğü, milyar dolar servet sahibi kişi sayısındaki artıştan, Hazine Müsteşarlığı’nın kayıtlarından, banka hesaplarından, şirket bilançolarından çok iyi biliniyor.
Patronlar kârlarına kâr katarken emekçilerin payına söylem düzeyindeki hepimiz, herkes, bütün sözcüklerinden başka bir şey düşmüyor.

Wednesday, April 11, 2007

Gelir Dağılımındaki Adaletsizlik ve Toplumsal Acitasyon




Birleşmiş milletlerin yayınladığı Human Development Report (Beşeri Gelişme Raporu)'a göre dünyanın en zengin ülkelerinde yaşayan % 20'lik bir nüfus, dünya gelirinin % 86'sına sahipken, en alt kademedeki % 20'lik nüfus ise dünya gelirinin sadece ve sadece % l'lik bir bölümüne sahiptir. % 13'lük bir gelir ise % 60'lık orta halliler tarafından paylaşılıyor.

Yine birleşmiş milletlerin bir alt kuruluşu olan FAO (Dünya Tarım Örgütü)' nün raporlarına göre dünyada aşırı beslenme ve aşırı tüketimin yol açtığı hastalıklardan dolayı ölenlerin sayısı, eksik beslenmeden dolayı ölenlerin sayısından en az iki kat fazladır. Yani birileri tabir caizse tıkına tıkına; birileri de acından ölüyor.

Dünyada insanlar arasında gelir dağılımı böylesine adaletsiz iken acaba ülkemizde durum nedir? Ne yazık ki Türkiye, Dünyada gelir dağılımı en adaletsiz olan ülkeler arasında yer almaktadır. En adaletsiz gelir dağılımı sıralamasında dünyanın 21. ülkesi olan Türkiye, aynı zamanda kapitalizmin en vahşi olarak uygulandığı bir ülkedir. Gelir dağılımı bizden daha adaletsiz olan ülkelere şöyle bir baktığımız zaman içersinde bulunduğumuz kümenin hiç de bize yakışmadığını üzülerek görüyoruz.

Dünyada Gelir Dağılımı En Adaletsiz Olan Ülkeler

1- Sierra Leone 11- Senegal

2- Brezilya 12- Meksika

3- Guatemala 13- Honduras

4- Güney Afrika Cumhuriyeti 14- Papua Yeni Gine

5- Paraguay 15- Mali

6- Kolombia 16- Dominik Cum.

7- Panama 17- Nijer

8- Zimbabve 18- Nikaragua

9- Şili 19- El Salvador

10-Lesotho 20- Zambiya

21- TÜRKİYE

Öte yandan gelir dağılımı diğer dünya ülkelerine nisbeten en adil olan beş ülke:

1- Avusturya

2- Danimarka

3- İsveç

4- Belçika

5- Norveç

şeklinde sıralanmaktadır.

Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliği, asırlardan beri sınıflar arasında çatışmaya sebep olagelmektedir. Sözkonusu çatışmanın en büyük siyasi sonucu komünizmin doğuşudur. Sosyalizmi ekonomik model olarak kabul eden komünist rejimler, uygulandıkları ülkelerde, her ne kadar gelir dağılımındaki adaletsizliği asgariye indirdiler ama insanlığa saadet getiremediler. 1917'deki Bolşevik devriminden sonra, sosyalizm özellikle 1960'lı yıllardan itibaren dünyada yükselen değer olmaya başladı. Dünyada birçok ülke, sosyalizmin büyüsüne kapılarak ülkelerinde sosyalist ekonomik politikalar icra ettiler. Bu arada sosyalizmin önüne geçilemez yükselişi karşısında kapitalist ülkeler de sosyal politikalara ağırlık vererek kapitalizmi yumuşattılar. 1980'li yıllardan itibaren demokrasi ve liberalizm, diğer bir ifade ile serbest piyasa ekonomisi yeniden yükselen değer olmaya başladı.

Kapitalist bir ekonomik model benimseyen Türkiye'de sosyal güvenlik kurumları ve uygulamaları Batı Avrupa ülkelerindeki gibi sağlam ve bütün toplumu içine alacak şekilde yaygın olmadığından, gelir dağılımındaki adaletsizlik çok daha acı verici bir biçimde hissedilmektedir.

Gelir dağılımı, yukarıda arz ettiğimiz kötü durumda iken azınlığın azınlığı olan haramzâde bir kesim, milletin sırtından kazandıkları paraları akla hayale gelmeyen çılgınlıklarla harcıyorlar. Medyamız ise bunları magazin haberleri adı altında fakir fukarayı tahrik edercesine yayınlıyor. Bu tahrikin sonucu hiç de hayırlı olacağa benzemiyor. En ücra köydeki vatandaşın evine kadar televizyon kanalları vasıtasıyla ulaşan bu maskaralıklar toplumsal bünyede büyük yaralar açar. Servet sahibi olmak güzel de servet gösterisi çok çirkindir.

Eskiden beri bu ülkede standartların altında yaşayan, kıt kanaat geçinen insanlar olagelmiştir. Ne var ki şimdi durum farklıdır. Eskiden fakir insan, evinin sessiz tenha bir köşesinde ekmek ve soğandan oluşan yemeğini yiyor üzerine de köyünün soğuk suyunu içip şükrederek yatıyordu. Artık durum çok farklılaştı. En ücra köye televizyon ulaştı. Hemen hemen ülkede televizyonu olmayan aile yok artık. Televizyon, dar gelirli veya gün ekmeğine muhtaç insanların evine neon lambalarının süslediği şatafatlı bir dünya taşıyor. Rahat para kazanan, kazandığını akla hayale gelmeyen çılgınlıklarla harcayan, azınlığın azınlığı olan haramzâde bir gürûhun maskaralıkları, ne yazık ki ülkenin geçim sıkıntısı altında inleyen insanlarına magazin haberleri adı altında takdim edilmektedir.

Ülkede bir kısım insanlar kullanacakları aleminyum tabak bulamazken sosyetemiz tavernalarda stres atmak için adam boyunda porselen tabak kırıyor.

Sonradan görmelerin beş yıldızlı otellerde yapılan düğün nişan gibi merasimleri tam anlamıyla servet gösterisine dönüşüyor, dolarlar marklar havada uçuşuyor. Tam gözlerimiz bunlara alışmışken, toplumda bu çiğliklere karşı bir kanıksama meydana gelmeğe başlamışken bu sefer eğlence yerlerinde bir peçete rezaleti çıktı. Büyük paralarla satın aldıkları peçeteleri ortalığa saçan jet sosyetemiz artık bu günlerde bundan da bıktı şimdi ceket, masa örtüsü yakmağa başladı.

Yıllar önce şair Necip Fazıl, bir şiirinde toplumdaki sosyal adaletsizliği şu dizelerde hicvediyordu:

Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Eğer Necip Fazıl şimdi yaşıyor olsaydı kim bilir neler söylerdi. Sözkonusu durum tam anlamıyla halkın sefaleti ile alay etmektir. Tavernacı bir anlayışla televizyon yayını yapan birçok kanalımız maalesef, birbirleriyle yarışırcasına sözünü ettiğimiz iğrenç görüntüleri vatandaşa ulaştırmak için adeta büyük fedakarlıklarda bulunuyorlar!

Haksız kazancın, devleti soyma ve dolandırmanın, hileli yollarla ihaleler almanın, özel bankalar kurup bunların içini boşaltmanın, tefeciliğin, ekonomik mafyacılığın, rüşvet ve iltimasın yaygın olduğu ülkemizde ne yazık ki tam bir korrupsiyon hali yaşanmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakan olduğu günlerde kendisiyle yapılan bir televizyon mülakatında, ülkedeki yolsuzlukların sebebi sorulmuştu. Sayın Demirel kendisine has olan üslubuyla "Bakınız bir ülkede enflasyon, korrupsiyonu; korrupsiyon ise acitasyonu doğurur " şeklinde cevap vermişti.

Bilindiği gibi korrupsiyon her türlü yolsuzluk, rüşvet ve yozlaşmanın genel adıdır. Bir ülkede korrupsiyonun yaygınlaşması gerçekten de ardından acitasyonu, yani toplumsal tahrik olayını getirir. Atalarımız boşuna mı "Biri yer bir bakar, işte o zaman kıyamet kopar" demişler. Burada sözü edilen kıyamet, bildiğimiz ahir zaman kıyameti değil. Büyük Fransız ihtilali , Bolşevik ihtilali, Anadolu'daki Celali isyanları, hatta patrona Halil İsyanı kıyamet değil de neydi?

Kedinin gözünün önüne ciğeri teşhir edip sonra da kedi ciğeri niye yedi diye şikayete kimin hakkı vardır? Servet gösterisi ile toplumu tahrik edenler, bunun faturasını er geç öderler.

Yıllar önce merhum Burhan Felek'in bir yazısını okumuştum. Yazar söze başlarken "Kim haksız?" diye soruyordu. Yıl 1978, herşeyi temin etmek için kuyruklara girdiğimiz yıl. İki üniversite öğrencisi Et-Balık Kombinası'nın bir satış mağazasının önünde 1 kilo kıyma almak için kışın dondurucu soğuğunda herkes gibi kuyrukta bekliyorlar. Satış elemanlarına bolca bahşiş veren, tuzu kuru bir hanımefendi, pahalı kürküne bürünmüş, kucağından köpeği ile birlikte adeta sıradakileri görmezlikten gelerek daha önce telefonla verdiği siparişi almak üzere bankoya yaklaşır, paketini alır, parasını öder ve kuyruktakilerin itiraz ve homurtuları arasında uzaklaşır. Birkaç adım gittikten sonra tekrar dönen hanımefendi fifisinin pek sevdiği böbrekleri sipariş etmeği unutmuştur. Bu, artık bardağı taşıran son damladır. Kuyrukta bekleyip de köpek kadar önemsenmeyen üniversite öğrencilerinden biri hanımefendiye yanaşır fifisini boynundan yakaladığı gibi caddenin ortasına fırlatır. Yoldan geçen bir araba acı fren yapar ama geçtir. Fifi ezilmiştir. Hanımefendi, saçını başını yolarken üniversiteli iki genç kaçmıştır. Şimdi Burhan Felek gibi biz de soruyoruz, "Kim suçlu?"

Üniversiteli gencin yaptığını onaylamak elbette mümkün değildir ama hukuki tabir olarak "olayda ağır tahrik vardır" demekten de kendimizi alamıyoruz.

Küçük suçları işleyenler cezalandırılırken, tonla çalanlar ülkenin itibarlı insanları gibi muamele görürse, görüyorsa bu da toplumsal tahrikin bir başka çeşididir. Yazımıza Ziya Paşa'nın ünlü Terkib-i Bendi'ndeki mısralarla son verelim;

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz

Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir.

Yani milyonla çalan, itibara dayalı olarak başı dik gezerken birkaç kuruş çalanın cezası kürek mahkumluğudur.

Friday, April 6, 2007

MEHTAP TV 1. ULUSLARARASI KISA FİLM YARIŞMASI

SON GÜN : 30 HAZİRAN

kisafilm@mehtap.tv

Resmi büyük görmek için tıklayın!

Kayıt Formu

MEHTAP TV 1. ULUSLARARASI KISA FİLM YARIŞMASI

Türk medyasında yeni bir soluk olarak yayın hayatına başlayan Mehtap Tv ‘Bir Kültür Kanalı’ sloganıyla önemli bir boşluğu doldurmayı hedefliyor.
Bu anlamda özellikle kültür/sanat aktiviteleri konusunda gençlere imkan sağlamayı amaçlayan kanal şimdi de amatör sinema tutkunlarına kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor. 2007 yılı itibariyle ilki düzenlenecek olan Mehtap Tv Uluslararası Kısa Film Yarışması’nda ‘ödül’ sahibi olmak ve eserlerini ekranda görmek isteyenleri kamera başına geçmeye çağırıyor.

*Jüri tarafından değerlendirilecek eserlerden ilk üç dereceye girenlerlerle birlikte 5 adet de mansiyon ödülü verilecektir.
*Eserler en az 3 en fazla 20 dakika olacaktır.
*Yarışmada bu yıl konu sınırlaması yoktur. Konular eser sahipleri tarafından belirlenebilecektir.
*Kamu ahlakına zarar verici ve kişi haklarını rencide edici nitelikteki eserler yarışma dışı tutulacaktır.
*Yarışmaya ilk kez bu organizasyona sunulmak amacıyla çekilen filmlerin yanı sıra daha önce benzer yarışmalara katılmış eserler de katılabilecektir.
*2007 yılından önce kurgulanmış eserler de yarışma da yer alabilirler.
*Yarışmaya aynı yönetmen tarafından çekilmiş birden fazla eserle de katılmak mümkündür.
*Yarışmaya katılacak olan eserler sinema filmi (8 mm, 16 mm,35 mm) ya da video bant tabanlı (Video 8, DVCAM,MİNİ DV, DVC PRO,DVC- HD, BETACAM-SP,BETACAM-SX, BETACAM-DİGİTAL, BETACAM HD vb) çekilmiş olabilir.
*Jüri tarafından derecelere layık görülen eserlerden uygun görülenleri Mehtap Tv Kısa Film Kuşağında da yayınlanabilecektir.
*Ön değerlendirmeyi geçen eserlerle ilgili olarak yarışmacılarla görüşülerek yayın/gösterim haklarına dair işlemler tamamlanacaktır.
*Yarışmaya son katılım tarihi 30 Haziran 2007 tarihi olarak belirlenmiştir.
*Kurgulanan eserler 2 adet DVD kopya ve irtibat/kişi bilgileriyle birlikte ilgili adrese ulaştırılacaktır.
* Jürinin değerlendirmesini tamamlamasının ardından ilk yayın döneminde(Eylül/Ekim) ödüller açıklanarak sahiplerine takdim edilecektir.


KISA FİLM JÜRİSİ:
- Mustafa Şevki DOĞAN (Yönetmen)
- Ali Murat GÜVEN (Sinema Eleştirmeni)
- İhsan KABİL (Sinema Eleştirmeni)
- Nihal Bengisu KARACA (Sinema Eleştirmeni)
- Murat KESGİN (Mehtap Tv Genel Yayın Yönetmeni)
- Mehmet ÖZKUNDAKÇI (Reklamcı - Fatih Üniversitesi Öğretim Üyesi)

ÖDÜLLER :
1 - 6000 YTL
2 - 4000 YTL
3 - 2000 YTL
4 - Mansiyon: 1000 YTL
5 - Mansiyon: 1000 YTL


POSTA ADRESİ : Mehtap TV , Ferah Mahallesi.Reşatbey Sokak.No: 12 PK: 34692 Büyük Çamlıca / ÜSKÜDAR / İSTANBUL.
Telefon: 0216- 344 85 70 Dahili Numaralar: 1113- 1223-1287-1229

Sunday, April 1, 2007

GÜNLÜK

Yücel Sarpdere-sarpdere@gmail.com
Darbe neden yapılamadı
Normal olarak bizde şimdiye kadar çoktan bir darbenin yapılması gerekirdi.
60 darbesi.
70 darbesi.
80 darbesi.
Çıktık açık alınla her on yılda…
Tamam, arada 28 Şubat falan oldu.
Ama harbi darbelere alışık yurdumuzda böyle hafif yoklamalar darbeden sayılmazdı.
Sanıyoruz başkalarını da sıkıntı bastı!
Ortalığı darbe söylentileri kapladı.
Ortalıkta dolanan yazılar için, yapılmamış darbelerin hatıratlarıdır…
Olmamış darbenin davası olmaz denilip es geçilebilir.
Ama hayır!
Mesele es geçilecek cinsten değildir.
Çünkü olmamış darbe hatıratları aslında, eski darbe sana söylüyorum, yeni darbe sen anla mealindedir!
Ya da…
İşe tersten bakarsak…
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi sivil darbecilerin askeri darbecileri köşeye sıkıştırma…
Tecrit etme…
“Demokrasi” adını kullanarak…
Ya da “demokrasicilik oyunuyla” saf dışı etme çabalardır!
***
Zaten ampulün AB merakı önünü açmak için sarıldığı taktiksel dayanaktan başka bir şey değildi.
Merkezi yapı ne kadar zayıflar…
Taşlar ne kadar yerinden oynarsa o kadar iyiydi!
Nitekim o eski heves sönmüş…
Kendileri açısından yeterince yol alınmış gibiydi.
Ve yine şimdilik koşulları fazla zorlamamak…
İşin bir kısmını da başka “dayanışmacı dostlara” bırakmak gerekirdi!
Nitekim o “dayanışmacı dostlar” devreye çoktan girmiş…
Ortalığa saçılan andıçlar…
Darbe hatıratları derken karşı tarafın kolunu kanadını kırma işlemini “başarıyla” uygulamaya başlamışlardı!
Ama burası Türkiye’ydi.
Dengeler her an değişebilirdi.
Dengeleri değiştirecek yegane güç ise Amerika’nın “asil ihtiyaçlarında” gizliydi!
Ortalığa düşürülen hatıratların ne kadarı doğru ne kadarı yalan orası ayrı bir şeydi.
İki kez darbe yapılmaya niyetlenilmiş ama gerçekleşmemişti.
Koşullar mı uymamıştı?
Amerikan desteği mi alınmamıştı?
Birlik mi sağlanamamıştı?
Hayır!
Bunların hiçbiri neden değildi.
Darbe türkülerini söyleyecek şarkıcı üzerinde karara varılamamıştı.
Bir kısım darbeci, Hasan Mutlucan demiş…
Bir kısım, Tolga Çandar da fena değil diye diretmiş.
Anlaşılan o ki, bir kısım darbeci de ikisini de yeterli bulamamış, yeni aday arayışına girmiş, bu sırada zaman da geçmişti!
Darbeci çoktu.
İstenilen ses kıvamında darbe türkücüsü yoktu!
İşte darbe bundan olmamıştı!



Tuesday, March 13, 2007

GÜNLÜK

Sarpdere-sarpdere@gmail.com
Bir çocuk daha düştü çukurdan içeriye. Son bir ayda dördüncü çocuktu. Kocaeli, Ağrı, İstanbul… Ve son olarak da Adana. Düştüler ve öldüler. Ondan öncekiler de vardı. Arabasıyla uçanlar… Çukuru görüp de kaçamayanlar… Düşecekken son anda kurtulma şanısın yakalayanlar. Ve o çocuklar gibi yakalayamayıp yakalananlar. Sonra tartışmalar başladı. Çukuru kim açmıştı? Sorumluluktan kim veya kimler nasıl kaçmıştı? Kim açtığı çukurları kapamamıştı? Çukurlar çocuklara düşman mıydı? Bu çukurları ne yapmalıydı? Ağzını kapatıp ta mı saklamalıydı… Etrafını çevirip de mi saklamalıydı? İstanbul Belediyesi açıklama yapmıştı: Sorumlu müteahhide kısıtlamalar getirilecekti… O firma birkaç zaman ihalelere giremeyecekti. Yok, hayır pardon; Kazandıkları bir ihale vardı, onu yürütecek, sonrasındakilere giremeyecekti. Ne de olsa burası hukuk devletiydi: “Kazanılmış haklara” müdahale edilemezdi! Kurcalanınca anlaşılmıştı: Söz konusu firma trilyonluk ihaleler almıştı. *** Sonra firma yetkilisi, çukura dikkat etmeyen çocuğun sorumluluğunu hatırlatmıştı! Onlar vicdanen ve cüzdanen rahattı. Yasağa gelince. Komik yaaa. Herkes çok iyi bilirdi bu türden kamusal ihalelere aynı firma bir kaç değişik isimle girer, sonra açık arttırma ya da eksiltmede kendi aralarında çok fena rekabet yapıp ihaleyi alırdı. Yani zar onlardaydı. Ve zarın her yanı altı noktalıydı. Nasıl atarsa atsın onlar daima düşeşi kazanırdı. Ne yapsınlar işte, kısmetli adamlardı! Şöyle bir bakın çevrenize; En çok ne görüyorsunuz? Kaldırım sökmeler… Kaldırım taşı döşemeler… Kırılan asfaltlar… Dökülen asfaltlar… Durmadan gidip gelen makineler… Yıkılan ve dikilen üst geçitler, alt geçitler, viyadükler, köprüler… Ve yine bakınız: Kaç on yeni müteahhit türedi şehrinizde? Kaç bin yeni işbilir, işbitirir kapkaççı türedi? Ve kendimize soruyoruz: Bu memleketin kaynakları nereye gidiyor? Neden borçlar büyüyor? Neden ekonomi ha bire düzeliyor da... Halk fakirleşiyor? Ve neden açılan çukurlar da birileri zenginleşiyor da… Çocuklar ölüyor? Memleket çukurun içinde… Biz gırtlağımıza kadar çukurun ortasındayız.

Angola IMF'ye resti çekti

13 Mart 2007
A.A.
Afrika'nın yoksul ülkelerinden Angola, Uluslararası Para Fonunun (IMF) yardımına ihtiyacı olmadığını bildirdi.Angola'da yayımlanan Journal de Angola gazetesinin haberine göre, Maliye Bakanı Jose Pedro de Morais, IMF'ye gönderdiği mektupta, “IMF'nin hazırlayacağı bir ekonomik programın Angola'nın şu ana dek sağlamış olduğu ekonomik ve sosyal istikrarın korunmasına yaramayacağını” belirtti.Angola hükümetinin IMF'nin verilecek kredileri siyasal reformlar yapılması şartına bağlamasından rahatsız olduğu kaydediliyor. Gözlemciler, yıllarca dünyanın en yoksul ülkeleri arasında sayılan Angola'nın ülkeyi çöküşün eşiğine getiren iç savaşı sona erdirdikten sonra, başlıca ihraç ürünü olan petrolün uluslararası fiyatlarının yükselmesi ve özellikle Çin olmak üzere üçüncü dünya ülkeleriyle kurduğu elverişli mali ilişkiler sayesinde Batıya bağımlılıktan kurtulmaya başladığını bildiriyorlar.